#mezopotamya ajansı
Explore tagged Tumblr posts
Text
Kaç yaşına gelirsen gel annesizlik sızısı aşılmıyor. Bu yaşımdayım hâlâ millet annesiyle ilgili konuşurken susturasım geliyor. Bir sus, ya bir susun lütfen. Bende özledim annemi, bende yanımda olsun istiyorum. Ama yok olmuyor, gelmiyor, gelmeyecek..
#annem#annemannem#sevgiyle kalın#cuphead#geçmişe özlem#bollywood#ölüm#hollywood#movies#painting#ölmüş hisler ve geriye kalan bir mezar#mezopotamya#anadolu ajansı
6 notes
·
View notes
Text
✽Final Newrozu başladı: Amed sel olup aktı
AMED - Halkın sel olup aktığı final kutlamasının gerçekleştirildiği Amed Newrozu, saygı duruşuyla başladı.
Bu yıl “Her der Newroz, her dem azadî” şiarıyla 10 Mart’ta startı verilen ve Mereş merkezli depremlerde yaşamını yitirenlere adanan 2023 Newrozu’nun final kutlaması, Amed’in Rêzan (Bağlar) ilçesinde bulunan Newroz Parkı’nda gerçekleştiriliyor. Siyahlara bürünen dev sahneye, “Newroz pîroz be” yazılı pankartlar asıldı.
Mezopotamya Ajansı aracılığıyla (+video)
http://mezopotamyaajansi35.com/tum-haberler/content/view/202443
✽The final Newroz in thing year has begun: People came swarming together like bees.
AMED - The final celebration of the Amed Newroz, where the people poured in, started with a moment of silence.
The final celebration of the 2023 Newroz, which was launched on March 10 this year with the slogan "Her der Newroz, her dem azadî" (everywhere Newroz, always freedom)and dedicated to those who lost their lives in the Kahramanmaraş-based earthquakes, is being held in Newroz Park in Rêzan (Bağlar) district of Amed. Banners reading "Newroz pîroz be" were hung on the giant stage dressed in black.
via Mesopotamia News (+video)
✽今年最後のネウロズの祝賀は*アーメドで。ネウロズを待ちわびた市民がアーメドにあふれる
アーメド- 激流のような人波であふれるアーメドでのクルドの新年ネウロズの最後の祭典は、沈黙の時間から始まった。
"ネウロズは絶え間なく、自由は常に"というスローガンを、今年の2月にカフラマンマラシュで起きた地震で犠牲となった人々に捧げ、今年3月10日に始まった2023年のネウロズ最後の祭典が、アーメドのレザン(バーラル)地区にあるネウロズ公園で開催される。黒い幕を張った巨大なステージには、"Newroz pîroz be"(ネウロズおめでとうございます)と書かれた横断幕が掲げられた。
メソポタミア通信さんより(動画とも)
*トルコ南東部のクルド人の街ディヤルバクルのクルド語名
4 notes
·
View notes
Text
Sesli Meram #484 - Yersiz Yurtsuz (11.11.2024)
"Bahçeli nam faşistin sual ettiği, Öcalan çıksın konuşsun, terör de bitsin lafzının daha henüz ikinci haftasında, sözlerini teyit edip yeniden bir ortak noktanın imali bir ülkenin güncellenmesi söz konusu edilirken barışa değil yıkıma meyil eden ülke görünür kılınır. Arka arkaya, Elih, Mêrdin ve Xalfeti belediyelerine kayyım atanır. Daha öncesinde ol Colemerg’in iradesine vurulan ketin bir benzeri yeniden tezgaha konulur. Cürmün üstüne cürümler ekleyerek ilerleyen bir menzilin o barışmakla sahiden bir meselesi olabilir mi? Yalın bir biçimde “demokratikleşme”, “barışma”, “hukuk devleti” sakızları çiğnenip durur iken günün sonunda onca lafla faşist partinin liderinin, devletin sesi olaraktan var ettiği tahayyüller ortaya bambaşka bir perspektifi öne sürerken onca diyalog çağrısını her fırsatta dile getiren, Kürdistani halklarının nihayetinde yaşam iradesinden, eşit yurttaşlığa dair tahayyüllerine bunca zamandır var edilen eylemsellik, çağrı ve çabaların önüne yine, yeni ve yeniden kayyım çıkartınca sorunlar çözülür mü? Hiç olur mu! Keza İstanbul’daki Kürd diasporasının merkezlerinden birisi olan Esenyurt’un CHP’li belediye başkanı Ahmet Özer’i de terörle iltisaklı ilan edip, alelacele “tutuklayan” bu düzenin Kürd ve tüm o Mezopotamya halklarına verebileceği barış tahayyülünün her ne olduğu muamma değil midir? İyi zamanda bunları var edenlerin, gelecek her kötü günde yeniden bir asırlık gelenek olarak sürdürdüğü yok etme siyasetinin, göz ardı etme pratiğinin, punt buldu mu yapageldiği cürüm iltisaklı hamlelerin beraberinde demokratik bir ülkeden bahis açılabilir mi?" sesli meram
podcast image credit: kayyım protestolarından:::mezopotamya ajansı:::bianet
#sesli meram#durum#günce#hayat ne olacak#türkiye gerçeği#biyopolitika#demokrasi#adalet#özgürlük#akp#iktidar#tahakküm etme#yıldırı#zor#azınlıklar#tehdit#karabasan#düşmanlaştırma#politikmeram#anlam#anarşizan#nefret söylemi#politik mücadele#sözcükler#kötülük sarmalı#hayat nereye#mücadele#sözhakkı#deneyselişler#demokrasinereye!
0 notes
Text
Urfa’da seçimleri gözleyen Pagani: Demokratik bir Türkiye mümkün
URFA- Urfa’da seçimleri gözleyen Cenevre eski Belediye Başkanı Rêmy Pagani, "Hepimizin ortak talebi demokratik bir Türkiye’dir. Bunun mümkün olacağına inanıyoruz” dedi. Türkiye ve Kurdistan’da Cumhurbaşkanlığı ve 28. Dönem Milletvekili Genel Seçimleri için oy verme işlemi başlarken, seçimleri izlemek için dünyanın birçok ülkesinden binlerce yabancı gözlemci kentlerde sandıkları gözleyecek. Seçimler için ülkeye gelenlerden biri de İsviçre Cenevre eski Belediye Başkanı Rêmy Pagani. 11 Mayıs akşamı Riha’ya gelen Pagani, seçim öncesi kente birçok sivil toplum ve meslek örgütünün yanı sıra Adalet Nöbeti’ni sürdüren Şenyaşar ailesini ve Mezopotamya Ajansı'nın (MA) Urfa bürosunu ziyaret etti. Ziyaret esnasında Mezopotamya ajansına konuşan Pagani, Türkiye’de uzun yıllardır demokrasi sorunu olduğunu belirterek, seçimleri gözlemlemek için geldiklerini vurguladı. Pagani, "Demokrasi herkes için gerekli. Bütün halklar, uluslar için en temel haklardan bir tanesidir. Bunu gözlemlemeye ve dile getirmeye geldik” diye belirtti. DEMOKRATİK BİR TÜRKİYE İÇİN Türkiye’ye daha önce de ziyaretlerde bulunduğunu söyleyen Pagani, “Daha önce Diyarbakır’a Gültan Kışanak’ın davasına onu desteklemeye ve onunla dayanışmaya gelmiştim. Uzun yıllardır Türkiye’deki süreci yakından izliyorum. Geldiğim Cenevre kentinde çok sayıda Kürt ve Türk yaşıyor. Onlarla görüşüyoruz. Hepimizin ortak kaygısı ve talebi demokratik bir Türkiye’dir. Bunun mümkün olacağına da inanıyoruz. Yurtdışındaki vatandaşlar da buraya gelerek sosyal, ekonomik yaşama katkı sunabilsinler. Korkusuz bunu yapabilsinler. Bu, hem Avrupa Birliği (AB) hem de dünya içinde gereklidir” ifadelerini kullandı. Cenevre’de yaşayan Pagani, şöyle dedi: “İsviçre, dört dilli olan ve kendi arasında demokratik bir şekilde farklı kültürlerin gayet güzel yaşadığı bir ülkedir. Örneğin büyük babam İtalya’dan göçmendir. Bir azınlık insanıyım ama buna rağmen bu demokrasinin içerisinde yer aldım ve mücadele ettim. Bunun Kürtler ve İspanya’daki Katalanlar içinde mümkün olduğunu, bütün demokratik hak ve özgürlüklerin mümkün olduğunu düşünüyorum.” ANADİLDE EĞİTİM Son olarak anadilin önemine dikkat çeken Pagani, “Anadil konusundaki eğitimi her zaman savundum. Bir azınlık olarak dilimi her zaman özgür yaşadım ve bunun en temel hak olduğunu düşünüyorum. Bütün Kürt halkının da bu hakkı yaşamasını savunuyorum” dedi. Kaynak: Mezopotamya Ajansı Read the full article
0 notes
Text
Bahçelievler'deki Yeşil Sol Parti seçim bürosuna saldırı
* Fotoğraflar: Mezopotamya Ajansı. İstanbul’un Bahçelievler ilçesine bağlı Kocasinan Mahallesi’nde açılan Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin (Yeşil Sol Parti) seçim bürosuna saldırı gerçekleşti. Kimliği belirsiz kişi ya da kişiler tarafından bu sabah saatlerinde büroda kimsenin bulunmadığı bir zamanda gerçekleşen saldırıda, büro dışına asılı bayraklar ve duvarlardaki stickerlar söküldü. Duvar ve…
View On WordPress
0 notes
Video
tumblr
“Kadın düşmanlığında somutlaşan DAİŞ'liler YPJ savaşçıları tarafından esir alındı.
“Savaşçı Roj Engizek:
“* DAİŞ ayaklarımıza geldi.
“* 5 bin yıldır devam eden kadın düşmanlığının bugün geldiği hal ortadadır.
“* Bunu kadınlar başardı.
“* DAİŞ’in hilafetini yıktık.”
27 Şubat @MAturkce
1 note
·
View note
Photo
İHD: Hayati risk altında olan Demirtaş tahliye edilmeli
İHD Hapishaneler Komisyonu’nun, HDP önceki dönem Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’la yaptıkları görüşmeler sonucunda elde edilen bilgileri açıklayan Avukat Zeynep Ceren Boztoprak, “Hayati risk altında olan Demirtaş tahliye edilmeli” dedi.
İnsan Hakları Derneği (İHD) Merkez ve İstanbul Şubesi Hapishaneler Komisyonu, Edirne F Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan HDP önceki dönem Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın sağlık durumuna dikkati çekmek amacıyla Taksim’de bulunan şube binasında basın toplantısı düzenledi. Açıklamanın olduğu salona “Selahattin Demirtaş ve tüm hasta mahpuslar serbest bırakılsın” pankartı asıldı. Açıklamayı İHD avukatlarından Zeynep Ceren Boztoprak yaptı.
Cezaevi koşullarının insan hak ve özgürlükleri bakımından gün geçtikçe ağırlaştığını ve bu nedenle de tutukluların sağlık durumları hem bedenen hem ruhen giderek kötüleştiğini belirten Boztoprak, “Genel olarak cezaevi koşulları sağlıklı insanların dahi kısa sürede hastalanmasına, hastaların da durumlarının kötüleşmesine yol açmaktadır. Şu anda hapishanelerde binlerce hasta tutuklu ölüm sınırındadır” dedi.
‘457 AĞIR HASTA CEZAEVİNDE’
İHD’nin 2019 yılı raporlarına göre 457 'si ağır, bin 334 hasta tutuklunun cezaevinde olduğunu hatırlatan Boztoprak, “Adalet Bakanlığı’nın sır gibi saklaması nedeniyle, sağlık nedeniyle kaç tutuklunun yaşamını yitirdiğini bilemesek de her yıl yüzlerce tutuklunun veda hakkını bile kullanamadan vefat ettiğini tahmin edebiliyoruz. Günden güne hem hasta sayısının artması, hem de hastaların durumlarının ağırlaşması söz konusudur. En son, Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde tutuklu bulunan Demirtaş'ın sağlık durumuna ilişkin kötü haberler medyada yer almıştır” diye belirtti.
‘4 GÜN SONRA SEVK EDİLDİ’
Boztoprak, Demirtaş’ın sağlık durumuna ilişkin kamuoyunda çıkan haberler doğrultusunda İHD Merkez Hapishane Komisyon’unda olan avukatların Demirtaş’ı ziyaret ettiklerini söyledi. Ziyaret kapsamında Demirtaş’ın ve cezaevi idaresinin kendilerine aktarımlarının olduğunu belirten Boztoprak, görüşmelerde edindikleri bilgileri şöyle paylaştı:
“*Demirtaş 26 Kasım 2019 tarihinde tutuklu bulunduğu cezaevi hücresinde baygınlık geçirmiş, cezaevi hekimi tarafından hastaneye sevk kararı alınmıştır. Ancak, cezaevi idaresi kendisini sadece acil servise götürebileceklerini bildirdiğinde Demirtaş, detaylı tetkik yapılmak üzere bir uzman hekime muayene olması gerektiğini dile getirmiştir. Aradan 4 gün geçmesine rağmen herhangi bir sevk işlemi yapılmamıştır. 2 Aralık tarihinde kardeşi yaptığı ziyarette durumu anlatmış, kamuoyuna açıkladıktan sonra Demirtaş akşam saatlerinde Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi hastanesine götürülmüştür.
TEŞHİSLERİNDE HAYATİ RİSK VAR
*Devam eden 10 gün içerisinde 3 defa muayene ve tetkik yapılmış. Muayene sonucunda yemek borusunda iltihap tespit edilmiş, spazmın bu iltihap nedeniyle olabileceği bildirilmiş. Yine karın bölgesinde yapılan MR tetkikinde damar duvarlarında yağ dokularının oluştuğu, damar duvarına yapışık yağ dokularının karın bölgesinden başka, vücudun diğer bölgelerinde de olması halinde hayati risk taşıdığım belirtmiştir. Yapışık yağ dokularının koparak kanla birlikte damarlarda dolaşabileceği, bu durumda vücudun herhangi bir bölgesinde damar tıkanıklığına neden olacağı, ayrıca kanında lipit yağ oranının 7 yüz olarak tespit edildiği, bu değerin ideal değerin çok üzerinde olduğu, bunun da hayati risk teşkil ettiği şeklinde teşhislerde bulunulmuştur.
*Sağlık raporlarının yer aldığı özlük dosyasının bir örneği derneğimiz aracılığıyla Türk Tabipler Birliği ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı hekimlerinin incelemesine sunulmuştur. Hekim heyeti inceleme yaptıktan sonra bir değerlendirme raporu hazırlayacaktır.”
‘SEBEBİ CEZAEVLERİ KOŞULLARI’
“Bütün anlatımlardan ve toplanan bilgilerden açıkça anlaşıldığı şekilde, Demirtaş'ın sağlığının bozulmasının en önemli sebebi cezaevi koşullarıdır” diyen Boztoprak, şöyle devam etti: “Türkiye'deki cezaevleri sağlıklı İnsanların hızlı bir şekilde sağlıksız hale gelmesine sebep olmaktadır. Özellikle yüksek güvenlikli cezaevleri mimari yapısı nedeniyle, tutukluların güneş ışığını hiç görememekte, yeterli oksijen alamamaktadır. Yemekler besin ve kalori açısından yetersiz olduğu gibi sağlıksız koşullarda verilmektedir. Tutuklularda beslenme bozukluğu nedeniyle pek çok hastalık belirmektedir.”
‘KOŞULLAR ÖLÜME YOL AÇIYOR’
Cezaevlerinde acil ve kronik hastalıkların tedavisi için yeterli imkanların olmadığını vurgulayan Boztoprak, “Bu durum hastalıkların tedavi edilmesinin önünde önemli bir engel oluşturmaktadır. Erken teşhisle tedavi edilebilecek pek çok hastalık bu sebeplerle ilerlemekte tutukluların ölümüne yol açabilmektedir” diye konuştu.
‘DEVLET YÜKÜMLÜDÜR’
Rehabilitasyon merkezi olarak inşa edilen R Tipi cezaevleri koşuların da içler acısı olduğunu sözlerine ekleyen Boztoprak, şunları ifade etti: “Hasta tutuklulara düzenli tedavi uygulanmamakta, hastane ortamının gerektirdiği hijyen ve sterilizasyon koşulları sağlanmamakta, insan onuruna aykırı bir ortamda mahpuslar yatağa bağlı tutulmaktadır. Uluslararası mevzuat devletlerce özgürlüğünden yoksun bırakılan kişilerin yaşam hakkı konusunda devletlere pozitif yükümlülükler yüklemiştin. Devletler, özgürlüğünden yoksun bırakılmış kişilerin sağlığa erişim hakkı konusunda özgür bireylerle eşit şartlarda bulunmasını sağlamakla yükümlüdürler.”
‘BAKANLIK SORUMLUDUR’
Boztoprak, Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi'nin tutuklulara tedavi hakkının yasalarla açıkça ifade ettiğini hatırlatarak, bu durumun cezaevlerinde tutukluların revire götürülmemesi, hastane sevklerinde yaşanan sorunlar, kelepçe ile muayene vs. örnekler vererek engellediğini söyledi.
Elde ettikleri bilgiler doğrultusunda sağlık açısından hayati risk altında olan Demirtaş'ın cezaevinde kalmaması gerektiğinin altını çizen Boztoprak, şunları söyledi: “Durumunun daha da kötüleşmemesi ve tedavisinin sağlıklı bir şekilde yapılabilmesi için tahliye edilmesi gerekmektedir. Aksi durumda sağlığa erişim hakkı açıkça ihlal edilmiş olacak ve ne yazık ki yaşam hakkı ihlali gündeme gelecektir. Bizzat Adalet Bakanı başta olmak üzere hükümet yetkilileri ve hapishane idaresi söz konusu ihlal nedeniyle hukuken ve etik açısından sorumludur.”
ADALET BAKANI’NA ÇAĞRI
Adalet Bakanına da çağrıda bulunan Boztoprak, sözlerini şöyle tamamladı: “Bütün tutuklular derhal serbest bırakılmalıdır. Cezaevi koşulları iyileştirilmeli, cezaevlerinde kalanların sağlığa erimiş hakkı bütün boyutları kullandırılacak şekilde her şey yeniden organize edilmelidir. Sağlık konusundaki kararlarda idareciler değil hekimler öncelikli.”
Kaynak :Mezopotamya Ajansı
9 notes
·
View notes
Link
HDP: Maraş Katliamı ile yüzleşilmeli, sorumlular cezalandırılmalı
20.12.2019
ANKARA – HDP’li Mahmut Toğrul, 19-24 Aralık Maraş Katliamı’nın yıldönümünde, sorumlularının cezalandırılması ve katliamla yüzleşilmesi amacıyla Meclis araştırması istedi.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Antep Milletvekili ve Meclis İdare Amiri Mahmut Toğrul, 19-24 Aralık Maraş Katliamı’nın yıldönümünde, katliamları planlayanların ve siyasi destek sunanların tespit edilmesi, cezalandırılması ve katliamla yüzleşme süreçlerinin işletilmesi amacıyla Meclis araştırması istedi. Araştırma önergesinin gerekçesinde, Alevi yurttaşların tarih boyunca inanç ve kültürlerinden ötürü birçok katliama maruz kaldığı belirtildi. Önergede, Maraş Katliamı’nın Türkiye Cumhuriyet tarihinin en kanlı ve hunharca işlenmiş siyasi bir katliam olduğu belirtilerek, “Maraş katliamına giden süreçte provokasyon ve linç kültürü aşamaları devreye konmuştur. Katliamlar 19 Aralık tarihinde Çiçek sinemasına atılan bomba ile başlamıştır. Fakat daha sonra ortaya çıkmıştır ki, bu bombalı saldırı Maraş katliamı gerçekleşsin diye planlanmış olan bir provokasyondur. Söz konusu provokasyondan sonra Alevilerin yoğunlukla bulunduğu bir kıraathaneye bir bombalı saldırı gerçekleştirilmiştir. Hemen akabinde iki öğretmen öldürülmüş, cenaze törenleri de saldırıya uğramıştır. 22 Aralık’ta karanlık odaklardan güç alan çete çevrelerinin propagandası sonucu saldırılar Alevilere yönelik katliam boyutuna ulaşmıştır” denildi. ‘DEVLET ÖZÜR BORÇLUDUR’ Başta Alevi yurttaşlar olmak üzere, tüm demokratik kamuoyunun beklentisinin bu katliamın aydınlatılması ve sorumlularının cezalandırılması olduğunun belirtildiği önergede, resmi olmayan rakamlara göre 500’e yakın insanın yaşamını yitirdiği ve binlerce insanın da göç etmek zorunda kaldığı belirtildi. Önergede, şimdilerde Alevi evlerinin işaretlenmesine de yer verildi. 32 ayrı yerde 100’ü aşkın Alevi ailenin evlerinin işaretlendiğinin belirtildiği önergede, “Geçmişlerindeki acı olaylarla yüzleşemeyen toplumlar, demokratik ve ortak bir geleceği inşa edemeyeceklerdir. Gününde gereğini yapamayan ve adaletin yerini bulmasını sağlayamayan devlet, Alevilere ve tüm topluma karşı özür borçludur” ifadelerine yer verildi. Önergede, Maraş Katliamı özelinde oluşturulacak bir hakikat ve yüzleşme deneyimi Şeyh Said, Ağrı Zilan, Dersim, Çorum, Sivas, Gazi, Roboski, Zergelê gibi tüm katliamların açığa çıkarılması ve yüzleşilmesinin gerekliliğine vurgu yapıldı.
Haber/Fotoğraf: Mezopotamya Ajansı
2 notes
·
View notes
Text
.
BAŞKANLIK BİR ABD- CİA SENARYOSUDUR!
HEDEFLERİ TÜRKİYE’Yİ KÜÇÜK DEVLETÇİKLERE BÖLMEKTİR!
Yazıma bir soru ile başlamayı faydalı buldum.
''ABD ve AB, Türkiye üzerinde oynamak istedikleri her hangi bir oyunda, koca bir TBMM'yi mi, yoksa tek adamı yâni Başkanı mı daha kolay elde edebilirler?''
MESELÂ;
1 Mart Tezkeresinde Başkanlık, yâni tek adamlık olsaydı, tezkere geçecekti ve böylece, 90 bin askeriyle geniş bir sahaya, liman ve havaalanlarımıza yerleşen ABD, resmen ve fiilen Türkiye'yi işgâl etmiş olacaktı.
KONUMUZA DÖNELİM;
CİA İstasyon Şeflerinden en önemli iki isim olan GRAHAM FULLER ve PAUL HENZE her ikisi birlikte, 1980’li yıllardan itibaren sıkça bir şekilde;
“Atatürkçülükten vazgeçilmelidir. Ulus devletler dönemi bitmiştir. Türkiye, Osmanlı gibi çok kültürlü, çok dinli, çok dili ve çok ırklı bir yapıyı benimsemelidir. Bunun için en iyi yol Ilımlı İslam’dır. Etnik kimlikler kendilerini ifade edebilmelidir. Çok dilli, çok kültürlü ve çok dinli bir Türkiye” demeye başlamıştılar.
Bu şu demek oluyor;
Türkiye Cumhuriyeti devleti tasfiye edilip çeşitli parçalara bölünerek şehir devletleri kurulacak.
Şehir devletlerinden oluşacak federe devletlerin adları bile ABD tarafından çok uzun yıllar önce açıklanmıştı: Trakya- Bitinya- Misiya- Lidya- Karya- Likya- Pamfilya- Firikya- Kilikya- Kapadokya- Galatya- Paflagonya- Pont- Ermeniya- Antakya- Mezopotamya...
Yukarıda isimleri yazılı olan devletçiklerin gerçekleşebilmesi için Türkiye'de bir BAŞKANLIK SİSTEMİNİN olması gerekiyordu.
AKP, bu yüzden 16 adet Bölgesel Kalkınma Ajansı kurmuştu!
Aynı sayıda da Bölge Mahkemeleri!
Bunlar tesadüf olabilir mi ki?
BAŞKANLIK TEZGÂHI NASIL OLACAKTI?
Bu o kadar kolay değildi!
Uzun yıllara yayılmalıydı!
İşte bu uzun yılların ardından finale gelindi!
Final BAŞKANLIKTIR!
BÜTÜN BUNLAR BİR SİYÂSİ PARTİ İLE GERÇEKLEŞECEKTİ.
Düşünülen parti Müslüman görünümlü olup,
Devamlı mağdurları oynayarak, kendisinin asıl hüviyetini ve üstlendiği görevini muhafazakâr kesimin gözünden saklayacaktı.
Bu parti AKP idi.
BU GÜNLERE NASIL GELİNDİ?
Refah Partisi’nden bir Yenilikçiler hareketi doğmasını isteyen ve bu amaçla 1996 yılında partinin Topkapı’daki il merkezinde Abdullah Gül’e tavsiyelerde bulunan kişi, CIA İSTASYON ŞEFİ GRAHAM FULLER’DİR.
Hatta 1996 yılında, Tayyip Erdoğan’ın Başbakan, Abdullah Gül’ün Dışişleri Bakanı olacağını bile söylüyorlardı.
DSP’nin çökertilmesi sırasında Abdullah Gül, ABD’de CFR’nin beyni Morton Abramowitz ve ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Mark Grossman ile görüşmüştü.
Tayyip Erdoğan da daha RP Beyoğlu İlçe Başkanı iken, Morton Abramowitz ile görüşmüş ve CIA’nın önemli şeflerinden Graham Fuller ile temasa geçmişti.
ERDOĞAN, BU DÖNEMDE KİMLERLE GÖRÜŞÜYORDU;
Amerika’nın Adana Konsolosu Elizabeth Shelton,
ABD’nin İstanbul Başkonsolosu Caroline Hagins,
ABD Büyükelçilik Müsteşarı Silwer Lawrens,
Ve CIA görevlisi Kenny Bob ile de görüşüyordu!
Erdoğan’ın AKP’yi kurmadan önce 18 Temmuz 2001’de İsrail Büyükelçisi David Sultan ile görüştüğü de basına, “Erdoğan’ın yeni oluşacak partinin İsrail ve ABD politikalarına asla ters düşmeyeceği yolunda garanti verdiği” şeklinde yansımıştı.
Abdullah Gül de bir taraftan İngiltere Büyükelçisi Sir David Logan’ı makamında ziyaret ederek parti çalışmaları hakkında bilgi veriyordu! CIA şefi Graham Fuller de tam o sıralarda Fazilet Partisi’ndeki gençlerin baskın çıkacağını ve ’Yenilikçi Hareket’in ılımlı İslam’a liderlik yapacağını söylüyordu!
Sonunda, Tayyip Erdoğan’ın önündeki bütün yasal engeller, sihirli bir dokunuşla kaldırıldı. Erdoğan, gayrimeşru bir ara seçimle TBMM’ye sokularak, AKP’nin başına getirildi.
57. Hükumeti yıkarak, AKP'nin bir an evvel iktidar olması görevi ise D. Bahçeli'ye verilmişti.
Bu arada AKP’nin parti programı, yerel yönetimlere özerklik vermeyi öngören gizli bir CFR memorandumundan aynen kopyalanıp hazırlanmıştı. AKP, CFR’nin verdiği gizli programla kurulmuştu!
CFR KİMDİR?
ABD'de bulunan bir Yahudi kuruluşudur.
SÖZÜN KISASI;
Başkanlık,
Arkasından bölünmek...
Kimseye HAİN deme hakkına sahip değilim, ama,
Aması var!
HAİN KİM?
ORHAN KILIÇOĞLU
1 note
·
View note
Text
✻Hewlêr’de KNK binasına silahlı saldırı: 1 kişi katledildi
Hewlêr’de bulunan KNK binasına dönük silahlı saldırıda KNK Temsilcisi Deniz Cevdet Bülbül katledildi.
Rojnews'te yer alan haber göre Hewlêr’de bulunan Kurdistan Ulusal Kongresi (KNK) binasına silahlı saldırı gerçekleşti. Saldırıda KNK Temsilcisi Deniz Cevdet Bülbül'ün katledildiği öğrenildi.
Saldırıya ilişkin resmi bir açıklama yapılmadı.
Mezopotamya Ajansı aracılığıyla
http://mezopotamyaajansi35.com/tum-haberler/content/view/218973
✻The Kurdistan National Congress (KNK) Representative Office in Hewler (Erbil) in the Kurdistan Region of Iraq was targeted by an armed attack on Monday.
The attack by unknown persons killed Deniz Cevdet Bülbün, a delegate of the KNK. Bülbün came from the Gever (Yüksekova) district of Hakkari.
An official statement by the security authorities in the Kurdistan Region of Iraq (KRI) on the attack is not yet available.
The KNK was founded in 1999 as an association of political parties and organisations from all four parts of Kurdistan. Its aim is to strengthen the national unity of the Kurds and to support the cooperation of political parties. The association was founded on the initiative of the Kurdish liberation movement.
via Amed Dicle on X (+photo 1) & photo 2 -Medya News
✻イラク・クルディスタン自治区ヘウレール(エルビル)にあるクルディスタン国民会議(KNK)代表事務所が月曜日、武装攻撃の標的となった。
何者かによる攻撃で、KNK代表のデニズ・ジェヴデット・ビュルビュン氏が死亡。ビュルビュン氏はトルコ南東部ハッキャーリのゲヴェル(ユクセコヴァ)地区出身。
この襲撃事件に関し、イラク・クルディスタン自治区治安当局(KRI)の公式声明はまだ発表されていない。
KNKは1999年、クルディスタンの4つの地域の政党や組織からなる連合体として設立された。その目的は、クルド人の国民的団結を強化し、政党の協力を支援することである。同会議は、クルド解放運動の新たな計画として設立された。
Xよりジャーナリスト: アーメド・ディジレさん(画像①とも)+画像②メディアニュースより
1 note
·
View note
Text
12 Eylül Güncellenirken
Bir hayat imgesi mahvediliyor. Bile isteye, her dönemeçte, biraz daha afaki bir biçimde ol yurt tahayyülünün sınırlamaları ile birlikte bir hayat mefhumu yok edilmenin eşiğine otuz iki kısım tekmili birden taşınıyor. Devletlinin suna geldiği her yönelim, seçenek diye var ettiği her hamlenin sonunda bir kere daha hayat imgesinde onarılması imkansız bir başka yara var ediliyor. Kesintisiz kılınmış olagelen tahakküm, denetim ve gözetimle beraberce şekillendirilirken normatif altüst edilmiş oluyor. Büsbütün cerahat üstünden ilerleyen bir yerde hayat imgesinin kapsamı / içeriği, sıradan insanlar için var ettiği ifade küflendirilip, çürümeye terk ediliyor. Bir koca asırdır sürdürüle duran bir tahayyülün, demokrasinin ta kendisini var etmek adına olmadığı her defasında biraz daha belirgin kılınıyor. Darbelerle birlikte yol / yön tayinine girişilmiş olagelen bir menzilde hayatın ehemmiyet verilebilen bir mefhum olmadığı zaten aşikardır. Gel gelelim bununla sınırlı kalmayıp, günümüzün kör karanlığının temellerinin her nasıl atıldığını da göstere gelen bir kırılma anı vardır. O 12 Eylül 1980’in sunduğu, var ettiği, önünü açtığı şey bütünüyle hayat imgesinin mahvını ihtiva eder.
1980’den başlayarak günümüze kadar sürgit yinelenen, devamlılığı sağlama alınmış olan her tahakküm çabasında bir kere daha yüzleşilmeyen geçmişin var ettiği bir mahva tanık oluruz. Düzeni muhafaza ettiğini bildiren Kenan Evren nam zibidinin devlet önceliğimiz diye sunduğu derin bir cerahat halini savunan, din, iman imal edip, pazarlayıp öte yandan da cürmü pişiren, aralıksız linci var eden bir sistematik yapılandırma günümüz ülkesinde de karşılığını bulur.
Bianet’ten aktaralım: “12 Eylül askeri darbesinin 43'üncü yıl dönümü dolayısıyla İstanbul ve Diyarbakır'da yapılan açıklamalarda, bir sivil anayasa ve Diyarbakır 5 No.'lu Cezaevi'nin "İnsan Hakları Müzesi'ne" dönüştürülmesi talebi yükseldi.
Mezopotamya Ajansı ayrıca, aralarında Dersim, Urfa, Hatay, Mersin'in de bulunduğu bir çok kentte darbede yitirilenleri anma ve darbe liderlerini lanetlemeye dönük toplantılar gerçekleştiğini bildirdi.
İstanbul
İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi, Gümüşsuyu'daki eski TRT Radyosu binası önünde açıklama yaptı. Siyasi parti ve demokratik kitle örgütü temsilcilerinin katıldığı açıklamada, "12 Eylül'ün 43'üncü yılında ne darbe ne diktatörlük acil demokrasi acil insan hakları" pankartı taşındı.
Konuşanlardan, İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri, 12 Eylül'de yaşananları hatırlattı. Yeni darbelerin yaşanmaması için aralarında "Darbe kurumlarını kapatmak, hak ihlallerine neden olan yasaları tüm sonuçları ile ortadan kaldırmak, darbecileri ve darbe sürecinde işlenen suçları cezalandırmak, darbe nedeniyle doğan zararların giderini de kapsayacak şekilde onarıcı adaleti sağlamak, hak ve özgürlükleri evrensel ölçülerde genişletmek ve baskıdan kurtarmak, demokratik ve özgürlükleri esas alan yeni bir anayasa yapılması, demokratikleşme yanında çatışma çözümü ve pozitif barışı sağlamak ve kurumsallaştırmak" da olan önlemler önerdi.
12 Eylül öncesi toplumsal hareketlerin başını çeken kuşağın adını taşıyan "78'liler Girişimi", Taksim Kazancı Yokuşu başında açıklama yaptı. 12 Eylül darbesini protesto eden dövizleri taşıyan katılımcılarla gerçekleştirilen açıklamaya, çok sayıda siyasi parti ve sivil toplum örgütü temsilcisi katıldı. Konuşmalar sık sık, "Gün gelecek devran dönecek darbeciler halka hesap verecek" sloganlarıyla kesildi.
İnsan hakları savunucusu Nimet Tanrıkulu, Özgür Gündem gazetesi ile dayanıştığı gerekçesiyle hakkında 1 yıl 3 ay hapis cezası verilen ve adli kontrol kararıyla serbet bırakılması gerekirken tutuklanan 78'liler Girişimi Sözcüsü Celalettin Can'ın sağlık sorunlarını hatırlattı. Tanrıkulu, Can'ın serbest bırakılması için çağrı yaptı.
78'liler Girişimi üyelerinden İsmet Evren, "Türkiye'nin resmi muhalefetinin12 Eylül rejimi ile uzlaşmasının bedeli Erdoğancı tekçi rejim oldu" dedi. "Erdoğan['ın], darbeden 20 yıl sonra hazır bulduğu antidemokratik anayasayı ve yasaları kendi siyasi yükselişi için sonuna kadar kullandı[ğını]" öne süren Evren, "Gelinen noktada savaş ve çatışma ortamı toplumsal ayrıştırma, yoksullukla terbiye etme, kaygı ve korku iklimi eşliğinde, iktidarı sürdürme ve siyaset yapma biçimi olarak sürdürülüyor" dedi.
Emekçi Hareket Partisi (EHP) Genel Başkanı Hakan Öztürk ise, tüm darbelere rağmen ülkede demokrasi ve barış arayışlarının sürdüğünü belirterek, darbe zihniyetine karşı mücadelenin sürdürülmesi çağrısında bulundu.
Talepler
Kazancı Yokuşu başındaki buluşmada şu talepler sıralandı:
▶ 12 Eylül darbesinden bu yana hükumetlerin değişmesiyle birlikte kısmi değiştirmelerle sürdürülen 1980 Darbe Anayasasının kaldırılarak; demokratik, özgürlükçü, eşitlikçi ve sosyal bir anayasanın toplumsal bir mutabakat ile yapılması
▶ Diyarbakır 5 No.'lu Askeri Cezaevi'nin her karesinde yaşanan gerçekliğe bağlı kalarak, büyük insanlık ve ülke için "İnsan Hakları Müzesi"ne dönüştürülmesi
▶ Toplumsal barışın, adaletin, kolektif ve bireysel hak ve özgürlüklerin sağlandığı, baskının ve şiddetin değil özgürlüğün ve eşitliğin olduğu Demokratik Cumhuriyette yaşamak
Hatay
İHD İskenderun Şubesi, deprem sonrası etkinliklerini sürdürdüğü konteynerde açıklama yaptı. İHD Hatay İl Eşbaşkanı Ayten Kılınç, 12 Eylül darbesinde yer alanlar hakkında etkili bir soruşturma başlatılmadığını ifade etti. Kılınç, yeni bir toplumsal sözleşme ve demokratik bir anayasaya ihtiyaç duyulduğunu ifade etti.
İHD Hatay Şubesi de 12 Eylül darbesinin yıldönümü nedeniyle yazılı açıklama yaptı: "Militer değer yargılarına, hiyerarşik ilişkilere ve biat kültürüne karşı sonuna kadar mücadele edeceğiz. 12 Eylül bir milat değildir. Militarizm bu coğrafyanın maalesef ki siyasi geleneğinin özünü oluşturmaktadır. Bu nedenle insan hakları savunucuları olarak 12 Eylül askeri darbesinin yıldönümünde militarizme karşı olan tutumumuzu bir kez daha tüm kamuoyuyla paylaşmak istiyoruz.
Mersin
Mersin Emek ve Demokrasi Platformu ve Mersin 78'liler Girişimi Derneği, Özgür Çocuk Parkı'nda açıklama yaptı. 78'liler Girişimi Derneği Başkanı Yeşim Dağgeçen, demokratik, özgürlükçü ve eşitlikçi bir anayasa talebinde bulundu. Dağgeçen, "Tüm cezaevlerinde yaşanan ve Diyarbakır 5 No.'lu Askeri Cezaevinin her karesinde yaşanan gerçekliğe bağlı kalarak, büyük insanlık için 'İnsan Hakları Müzesine' dönüştürülmesini talep ediyoruz" dedi.
Diyarbakır 5 No.'lu Cezaevi önünde açıklama
Amed 78'liler Dayanışma ve Araştırma Derneği ve İHD, darbe döneminde işkence merkezlerinden biri olan 5 No.'lu Cezaevi önünde açıklama yaptı. Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) milletvekilleri Adalet Kaya, Mehmet Kamaç ve Cengiz Çandar ile CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu'nun yanı sıra çok sayıda kişi açıklamaya katıldı.
Açıklamanın Kürtçesini 78'liler Derneği üyesi Hüseyin Barış, Türkçesini ise İHD Şube Başkanı Ercan Yılmaz okudu. Açıklamada, darbenin var olan sorunları daha da derinleştirdiği ve günümüzdeki birçok sorun ve ağır hak ihlalinin nedeni olduğu vurgulandı. Açıklamada, "12 Eylül Askeri Darbesi sonrası Kürt halkının hafızasından asla silinmeyecek ağır insan hakları ihlallerine konu suçların işlendiği bir merkez haline gelen Diyarbakır 5 No.'lu Askeri Cezaevi'nin her karesinde yaşanan gerçekliğe bağlı kalınarak, büyük insanlık ve ülke için İnsan Hakları Müzesi'ne dönüştürülmesini talep ediyoruz" çağrısı yapıldı.
Tanrıkulu: 12 Eylül faşist darbeydi
CHP Diyarbakır Milletvekili ve avukat Sezgin Tanrıkulu, cezaevinin birçok işkence ve zalimliğe tanıklık ettiğini söyledi. Tanrıkulu, "Geçmişle hesaplaşmadan, yüzleşmeden bu travmaları aşamayız. 12 Eylül darbesi Türk Silahlı Kuvvetlerinin emir-komuta zinciri içerisinde gerçekleştirdiği faşist darbeydi. Mutlaka mutlaka bu faşist darbeyi yapan zihniyetten gerçek anlamda hesap soracağız" dedi.
Yeşil Sol Parti Diyarbakır Milletvekili Mehmet Kamaç, "Türkiye'de gerçekleşen bütün siyasi darbelerin temelinde çözümsüzlüğe mahkum edilmiş Kürt meselesi vardır. Kürt meselesi çözülmeden bu ülkede darbecilik son bulmaz. Bugün bu coğrafyada darbe rejimine dönüştürülmüş kayyım pratiğini görüyoruz. İnsanlar 80 darbesini arar hale geldi. Kürt meselesi başta olmak üzere demokratik yaşam inşası için geçmişle yüzleşilmesi gerekiyor." dedi.
Yeşil Sol Parti Diyarbakır Milletvekili Adalet Kaya da, şiddetin 1980 darbesinden bu yana güncelleşerek devam ettiğini ifade etti. Kaya, "Burası tam bir hafıza mekânı. İnsan aklının alamayacağı şiddet yeri olarak burası utanç müzesi olarak kalmalıdır" dedi.
5 No.'lu cezaevinde tutuklu kalan Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) İl Eşbaşkanı Hayrettin Altun da, "Diyarbakır 5 No.'lu cezaevi İnsan Hakları Müzesi olsun." dedi.”
Birbiri içerisine geçmiş / devinimi sağlama alınmış, yıkıcılığı halen etken olagelen bir hal, bir durumu bildiriyor 12 Eylül 1980. Televizyon dizilerinde ucundan kıyısından var edilip ah vah ettirilenin gerçeklikte yanı başımızda durması mesel olunmasın isteniyor, hala ve hala. Düzen kendi bekasını, noktasına virgülüne o yıkıcı odaktan halen temin ederken tüm o hali savunmayı sürdürürken, yüzleşmekten inatla kaçınılan karanlık her gün yeniden bu sathı mahalli kuşatıyor. Ne demokrasi, ne adalet, ne hak, ne hürriyet! Hiçbirisinin izinin dahi kalmadığı, esamesinin okunmadığı bir karanlık tabloyu sindirin buyuruluyor. Bir de yaşayın. Bütünüyle, kendisinden saymadığına var ettiği yıkıcılığın faturaları günbegün ve anbean yeniden biçimlendirilirken cerahate esaretin yolunda yürünsün isteniyor. İtirazlara kulak kapatılan, sorgulamaların mümkün olmadığının zapturaptla, şiddetle bütünleş sunula geldiği bir zeminde yürüyor memleket. Bütünüyle aksettirilen her meselde, yaşana duran her vakada kendini görünür kılan bir tehdit döngüsünde, demokrasicilik oynanıyor o kenan zibidisinin suna geldiği perspektife dört elle sarılarak bir menzilin yaşatmama idesi güncelleniyor. On iki eylül biraz da budur. Bu hallerdir.
Derme çatma bir anayasa, her yerinden patlak vermeye hazır ve nazır olagelen bir demokrasi anlayışının da bu döngüye dahil olduğunu bildirmek elzemdir. Dini siyasi bir araç, entegrasyonun temeli olarak ele alan, hürriyeti, hakkaniyeti, elzem olagelen insanlık haklarının tamamını kendisince dönüştüren, kendi bildiği gibi çekip çeviren bir ikilimin ve yönetim anlayışının sundukları zaten başlı başına bir yazı konusudur. 12 Eylül 1980’in halen nerelerde var edilebiliyor olduğunu dizilerde değil sokakta, gündelik hayatın tam ol ortasındaki zapturapt altına almalarda görürüz. Bir gün, kayıp yakınlarının eylemlerindeki o kuşatma, daha sokağa adım atıldığında İstiklal Caddesinin açık mapushane kılınmasında görürüz mesela. Her hafta on / yirmi, otuz insanın derdest edilip gözaltına alınmasından.
Birkaç sokak ötede İnsan Hakları Derneği önünde tutsak yakınlarının eylemlerinin daracık bir sokağa, bir kapı, iki metrekare alana sıkıştırılmasında görünür misal 12 Eylül 1980. Buraları bilmiyorsanız, Bakur Kürdistan’ının sokaklarında zırhlıların var ettiği şiddet / terörün ta kendisinden görebilirsiniz misal 12 Eylül 1980 hal ve bahsini. 30 Ağustos’ta Şirnex merkezinde zırhlı aracın çarptığı 12 yaşındaki Tajdin Adal’ın yaşadığı kafa travması, bir çocuğu dahi düşman görebilen zihniyetten okunabilir misal 12 Eylül 1980.
Hakların talan edildiği, görece gündelik yaşamın toptan / tek tip bir akıma dönüştürüldüğü, bununla boğuntuya konulduğu zeminde, terörörö dışında kalakalan hayatın da nasıl mahvına çalışıldığına dair belki de yetkin bir önerme olarak Türk Kadın Voleybol takımı için kullanılagelen uygunsuz tanımlar eklenebilir. En son Cuma günü bir İstanbul camisinde verilen vaazda kendilerinin hedef kılınması, Filenin sultanları tabirini hakir görmekten, kadına yönelik şiddeti olumlamaya, bunları dinden çıkış görüp inanarak bir kere daha ayrıştırmayı var ederek bir menzil bina olunmaya devam edilir. Daha gayri kabul addedilen Hristiyan halkların, ezel ebet öteki addedilen Ezidilerin, Alevilerin ve bir biçimde ötekisinin de ötekisi olagelen LGBTİ+ insanların başına getirilenlerle cümbür cinnet bir yurt tahayyülü zaten o 12 Eylül 1980’in her nereye evrildiğini, nerelerde başımıza dikildiğini de göstere gelir, geliyor da.
Bir hayat imgesi mahvediliyor. Toplumsal yaraların birbiri üstüne eklendiği, hiçbir zamanaşımının var edilemeyeceği afaki olan mesellere, olay ve olgulara müdahalelerle bir hayat imgesi çürümeye terk ediliyor. Bugün yaşadığımız raddede 12 Eylül 1980 ile yüzleşmek, o karanlığı bina eden temsilin adalet önündeki hesap sorulmasının akıbeti çoktan unutturuldu. Giden gitti, tüm o zorba takımına resmi törenler düzenlenip, isimleri yad edildi. Bir zamanların kötülük dolu temsilleri gibi kimilerinin halen hayranlık beslediği, bir odakta eylemlerini onamayı tercih edebildiği bir zeminde mutlak otokrasi, kalıcı bir zorbalık tahayyülü içerisinde hayat pratikleri paramparçadır. Bir habis döngü ki onca yıldır hayat her anlamda zehir edilendir. Öylesine bariz bir tahayyüldür ki hiç kimse ama hiç kimselerden saklanmadan ulu orta güncellenendir. Yeni Türkiye, yüzüncü yıl ve sair seslendirmelerin arasında bir hayalet, kötülüğün, beşeriye düşman olagelen bir aklın tezahürü / gölgesi güncellenmeye devam ediliyor. Yaralar artık ağırlığımızı da aşıyor her anlamda. Bir girdap halinin ortasında hayat imgesinin / kapsamının çürütülmesiyle tek bir iyi gün gelmeyeceği de bildiriliyor. İçinize siniyor mu böyle bir ülke, sahiden de...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: Getty Images – BBC Türkçe Servisi
#meram#arzihal#türkiye gerçekliği#12 eylül#katran karanlığı#evren#kötülük#karanlık çağ#zorbalık#askeri darbe#demokrasi101#siyasa#pratik#hayat hakkı#dönüşüm#insan hakları#eylem#geleceksizlik#deneysel işler#metin#akıl#yordam#hakkaniyet
1 note
·
View note
Text
Selde yaşamını yitirenlerin sayısı 14'e yükseldi
Foto: Mezopotamya Ajansı 🇨🇭SESİ- Urfa, Adıyaman, Malatya ve Maraş’ta sağanak yağış sele dönüştü; Adıyamanda 2, Urfa’da ise 12 kişi yaşamını yitirdi. Malatya ve Maraş’ta ise depremzedelerin çadırlarını su bastı. Deprem felaketinin yaşandığı 11 il arasında yer alan Adıyaman ve Urfa’da sel meydana geldi. Urfa’da dün akşam saatlerinden itibaren etkisini sürdüren sağanak nedeniyle merkez Eyyübiye, Haliliye ve Karaköprü ilçelerinde çok sayıda sokak ve cadde su altında kaldı. Urfa’da, 4 kişi sele kapılarak hayatını kaybetti. Tandoğan Mahallesi'nde bulunan Yavuzlar Apartmanı'nın bodrum katındaki bir dairede ise 5 kişinin cansız bedenlerine ulaşıldı. Öte yandan Abide Köprülü Kavşağı'nın alt geçidinden çıkarılan araçta yapılan incelemede 2 kişinin daha cansız bedeni bulundu. İlerleyen saatlerde bir kişinin daha cenazesine ulaşıldı. Urfa’da can kaybı 12'e yükseldi. Adıyaman Tut ilçesinde ise; bir bahçeye kurulan konteynerin suya kapılması sonucu 1 kişinin yaşamını yitirdiği açıklanmıştı, burada 1 kişinin daha cansız bedenine ulaşıldı. Malatya’nın Wêranşar ilçesinde de derenin taşması sonucu sel meydana geldi. İlçe merkezindeki Vahap Küçük Meydanında bulunan çadırları ve ilçe merkezindeki evleri su bastı. Maraş'ta sağanak yağış nedeniyle çadırkentleri su bastı. Read the full article
0 notes
Text
Antalya'da Newroz gözaltıları - bianet
* Fotoğraf: Anadolu Ajansı. Antalya Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 19 Mart’ta Antalya Kepez Turgut Özal Spor Salonu önünde yapılan Newroz kutlamasında slogan atarak “örgüt propagandası” yaptıkları iddiasıyla yedi kişi hakkında soruşturma başlatıldı. Soruşturma kapsamında bu sabah evlerine yapılan baskınlarla yedi kişi gözaltına alındı. Mezopotamya Ajansı‘nın aktardığına göre, gözaltına alınan…
View On WordPress
0 notes
Text
YUZUNCU YIL VIZYONU
Alın size AKP’nin ‘Türkiye Yüzyılı’ vizyonu!
Özlemle sarıldık birbirimize. Uzun süredir görüşmemiştik.
Geçtiğimiz Cuma akşamı, Ren Nehri kıyısında bir dost mekanında buluşmuştuk Şebnem Korur Fincancı’yla. Yanında Almanya’dan başka dostları da vardı.
Beş gündür yurtdışındaydı Fincancı; bir dizi panele katılmak üzere.
Son toplantısı ertesi gün Köln’deydi.
Panelden hemen sonra Türkiye’ye dönmek istiyordu. Dönüş biletinin birkaç saat geç bir uçağa alınmasına bile karşı çıkıyordu “Pazar günü 15.00’de toplantım var” diye.
Bu arada üç gündür hakkında büyük bir linç kampanyası yapılıyordu Türkiye’de.
PKK, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Irak Kürdistanı’nda geçtiğimiz Nisan ayından bu yana sürdürdüğü operasyonla ilgili görüntüleri servis etmişti. Örgütün iddiasına göre TSK, Zap-Havaşin bölgesindeki operasyonlarda kimyasal silah kullanmıştı. Görüntülerde iki gerillanın yaşamını yitirdiği anlar da yer almıştı.
O sırada Almanya’ya yeni gelmiş olan Fincancı sorulan sorular üzerine kimyasal silah kullanılmasına ilişkin kuşkusunu dile getirmiş ve bu iddianın uluslararası kuruluşlar tarafından araştırılmasını istemişti.
İşte Fincancı’nın bu isteği “müesses nizam”ın başındakileri, ortasındakileri, yardakçılarını fazlasıyla rahatsız etmişti. Dört bir koldan Fincancı’yı linç etmeye başlamışlardı.
Verdikleri tepkiler “suçluların telaşı içinde” olduklarını apaçık gösteriyordu.
Bazı dostları Fincancı’nın hemen Türkiye’ye dönmesinden duydukları kaygıyı aralarında fısıldanarak konuşuyorlardı.
“Acaba birkaç gün daha mı kalsa Almanya’da, bu linç kampanyası dindikten sonra mı dönse Türkiye’ye” diyorlardı.
Fincancı’yı yakından tanıyanlar bu fikre anında karşı çıkıyorlardı:
“Mümkün değil. Yapmaz. Teklif dahi etmeyin.”
Köln’deki panelin ertesi günü Köln’den İstanbul’a uğurlandı Fincancı. Herkes uçağının inişine, pasaport kontrolünden geçişine kadar endişeyle izledi.
Sonunda Fincancı havaalanında gözaltına alınmadan ülkeye girebilmişti.
Herkes yarım bir “oh” çekti. “Yarım” diyorum çünkü sonraki günlerde yaşanacakların endişesi henüz geçmemişti.
Nitekim de öyle oldu.
Daha uçağı Türkiye’ye indiği saatlerde, kabine toplantısı sonrası AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan Fincancı’ya saydırıyordu:
“Türk Tabipleri Birliği Başkanı ile ilgili yargı harekete geçmiştir. Hem bu kişiyle, hem bu kurumla ilgili adımlar atılacak… Gerekirse yasal düzenlemeyle bu ismin değişmesini sağlayacağız.”
Yamağı Bahçeli de Erdoğan’dan geri kalmadı. Ertesi günkü (Salı) grup toplantısında akla ziyan hezeyanlarını dile getirdi TTB ve Fincancı hakkında:
“Türk düşmanı bu birliğin başında Türk olamaz, Türk yazılamaz. Türk askerlerine hain ve zalimlerin ağzıyla kimyasal silah çamuru atanları, mesela TTB Başkanı ile diğerlerinin Türk vatandaşlığından çıkarılması, vatansız ve ülkesiz olmaya mahkum edilmesi en akla yakın yollardan birisidir.”
Zaten Salı gününe gazetecilere dönük büyük bir gözaltı dalgasıyla başlamıştı Türkiye. Ankara’dan Diyarbakır’a uzanan altı ayrı kentte, Mezopotamya Ajansı ve JİNNEWS’te çalışan 11 gazetecinin evleri basılıp gözaltına alınmışlardı.
Sanki İçişleri Bakanı Süleyman Soylu film yönetmenliğine sıvanmış, emrindeki polisleri kameraman yapmış, gazetecilerin gözaltına alınış görüntüleri Saray beslemesi medyaya servis ediliyordu.
Gözaltına alınan gazetecilerin aktardığına göre polisler görüntüler çekilmeden önce üzerlerine yeleklerini giymişler, kimilerini Türk bayrakları önünde görüntü vermeye zorlamışlar, bazı gazetecilere görüntü çekilirken başlarını öne eğeceklerini söylemişler.
Elbette Kürt haber ajanslarına ve gazetecilere yapılan bu gözaltı operasyonu tesadüf değildi. PKK’nin kimyasal silahla ilgili iddiasını ve yayınlanan görüntüleri bir gazetecilik sorumluluğu gereği haber yapmışlar, konuyla ilgili olarak uzman kişilerden görüş almışlardı.
Değil iktidar medyası, “majestelerinin muhalefeti” olan medya da bu vahim iddiayı görmezden gelmişti.
Salı sabahına 11 Kürt gazetecinin gözaltına alındığı haberiyle uyanmıştık ya, Çarşamba sabahına da Şebnem Korur Fincancı’nın gözaltı haberiyle kalktık.
İktidar hedef göstermiş, yargı da bunu emir telakki edip Fincancı hakkında soruşturma başlatmıştı. O da açılan soruşturmayla ilgili olarak istenildiği zaman gidip ifade verebileceğini bildirmişti. Savcılık da “biz size haber veririz” karşılığını vermişti.
Evet, haber verdiler. Sabahın köründe bir polis baskını olarak geldi Fincancı’ya haber.
Belli ki yine yönetmenliği sıvanmıştı İçişleri Bakanı Soylu. Fincancı’nın evinde sanki cephane ve yasak kitap deposu bulmuşlardı. Görüntüleri çarşaf çarşaf yayınlıyordu AKP devletinin TRT’si ve Saray’dan beslenen medyası.
Mermi dedikleri, birkaç yıl önce yaşamını yitiren asker babasının beylik tabancasına aitti. “Örgütsel doküman” dedikleri de Bejan Matur’un Dağın Arkasına Bakmak adlı kitabıydı.
Fincacı’nın avukatları müvekkilleriyle ilgili gelişmeleri gözaltı kararını uygulayan İçişleri Bakanlığı yetkililerinden değil, Saray’dan beslenen havuz medyasından alıyorlardı.
Yutamayacakları kadar büyük bir lokmaydı Fincancı ve bu yüzden büyük bir kumpas kurarak eli silahlı bir örgüt militanı gibi göstermek istemişlerdi.
Sadece ulusal değil, uluslararası alanda da az bulunan bir adli tıp uzmanıydı Fincancı. Türkiye’nin sınırlarını aşmış, sınırlar ötesindeki birçok ülkede insan hakları ihlallerinin ortaya çıkarılması için hayatını ortaya koyarak mücadele etmişti. Amasız ve fakatsız bir insan hakları savunucusuydu Fincancı.
Belli ki son olarak gündeme gelen TSK’nın kimyasal silah kullanmasıyla ilgili iddialar Saray iktidarını ürkütmüş; bu konuyla ilgili haber yapan ajanslara, gazetecilere, “uluslararası bağımsız kuruluşlar araştırmalı” diyen uzmanlara, insan hakları savunucularına ağır bir gözdağı vermek gerekmişti.
Suçluların telaşı içerisindeki AKP devleti; son iki gün içerisinde önce 11 gazeteciyi, ardından da Fincancı’yı servis edilen yalan haberlerle, dezenformasyonla gözaltına almıştı.
Kimyasal silah iddiası aslında Türkiye’deki pek çok kurum için de tam bir turnusol kağıdı oldu.
İktidar sözcüleri ve yalakaları “uluslararası kuruluşlar araştırsın” talebine küfürle, hakaretle karşılık verdiler. Hatta bu koroya “çakma muhalifler” de hemen katılıverdi.
AKP yerine iktidara “sol”dan talip olanlar bile “TSK soruşturulamaz, eleştirilemez” diyerek içlerinde yatan küçük faşistleri uyandırarak harekete geçirdiler.
Kimileri de Dersim katliamıyla ilgili ortaya saçılan belgeleri, meclis tutanaklarını, Nazi Almanyası'ndan ithal edilen kimyasal silah faturalarını unutarak “TSK’nın tarihinde yoktur” savunmasına geçtiler.
Bu iddianın yarattığı infiale, telaşa, paniğe; gazetecilerin, Fincancı gibi bir insan hakları savunucusunun gözaltına alınmasına bakarak insan “suçüstü yakalandılar, suçluların telaşı içindeler” demekten kendini alamıyor.
Yarın da (Cuma) AKP’nin “Türkiye Yüzyılı” vizyon toplantısı var. Bugüne kadar toplantılarına sokmadıkları, uçaklarına almadıkları, mitinglerinden uzak tuttukları bazı “muhalif” gazetecileri de bu toplantıya davet etmişler.
Kimi yandaşlar bunu “AKP’nin büyük açılımı” olarak pazarlıyor. Davet edilen “çakma muhalif” gazeteciler de “iktidar partisini izlemek meslek gereği” diyerek koştura koştura gideceklerini söylüyor.
Basın özgürlüğünü katleden, ifade özgürlüğünü rafa kaldıran, gazeteleri ve televizyonları satın alarak Saray’ın reklam broşürüne dönüştüren, bağımsız yayın kuruluşlarına ceza yağdıran, sansür yasaları çıkarmaya doymayan, Türkiye’yi en büyük gazeteci hapishanesine dönüştüren, yalakalık yapmayanlara basın kartı vermeyen, olanları iptal eden AKP iktidarı şimdi yeni bir açılım yapıyormuş.
İşin aslı, seçime beş kala AKP kendi reklamı için yapacağı “Türkiye Yüzyılı” lansmanına bugüne kadar suratına bile bakmadığı bazı gazetecileri bir kenar süsü, sofradaki bir tuzluk, kendini bilmez bir kuyruk kaldıran kuşu olarak kullanmak üzere davet etmiş.
Boş verin şimdi TSK’nın kimyasal silah kullanma iddialarını, 11 Kürt gazetecinin sadece yaptıkları haberler nedeniyle gözaltına alınmasını, katıksız insan hakları savunucusu olan Şebnem Korur Fincancı’nın içeri atılmasını.
Koşun arkadaşlar koşun, böyle bir açılımı kaçırmayın, sorular sorun, yorumlar yapın, izlenimler aktarın, sonra da “görevimizi yaptık” diye yandaş kanallarda gerim gerim gerinin ki milletin sadece “çakma muhalif” ya da sadece “çakma gazeteci” göre göre kararan gözleri, ikisi bir arada olan “çakma muhalif-gazeteci” görsün.
İşte alın size AKP’nin “Türkiye Yüzyılı” vizyonu! Tepe tepe kullanın.
0 notes
Text
AB'den gazetecilerin gözaltına alınmasına tepki: İfade özgürlüğünün daha da kötüye gittiğinin örneği
AB’den gazetecilerin gözaltına alınmasına tepki: İfade özgürlüğünün daha da kötüye gittiğinin örneği
Gözaltına alınan gazeteciler Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen bir soruşturma kapsamında farklı illerde düzenlenen operasyonlarda Mezopotamya Haber Ajansı ile JINNEWS’e çalışan 11 gazeteci gözaltına alındı. Ankara Emniyet Müdürlüğü’nden yapılan açıklamada “halkı kin ve düşmanlığa sevk edici içerikte haber yaptıkları” gerekçesiyle haklarında gözaltı kararı verilen 14 kişiden…
View On WordPress
0 notes
Text
Günay: İnsanlık onurunu, çözümü ve yaşamı savunmak için Gemlik’e yürüdük
Günay: İnsanlık onurunu, çözümü ve yaşamı savunmak için Gemlik’e yürüdük
Kürt basını dün faili meçhullere karşı susmadı bugün de susmayacak Değerli basın emekçileri, Dün akşam 8 Haziran’da Diyarbakır’da gözaltına alınan 20’si gazeteci 22 kişi adliye sevk edildi. Gazetecilik faaliyetleri nedeniyle gözaltına alınan ve bu faaliyetleri nedeniyle suçlanan JINNEWS Müdürü Safiye Alağaş, Dicle Fırat Gazeteciler Derneği Eşbaşkanı Serdar Altan, Mezopotamya Ajansı editörü Aziz…
View On WordPress
0 notes